Dürüstlük ve Sosyal Adalet öyle bir kavram ki insanlar onu her kalıba sokuyor. Dürüstlük kavramını bakış açımıza veya menfaatimize göre şekillendiriyoruz. Elbette zor da olsa bu kavramı hayat mücadelesinde bir kaç örnekle anlatmaya çalışacağız. Fakat zannetmeyin ki dürüstlüğün tanımını yapabileceğiz. Zira o kadar garip bir çehresi var ki sabit bir kalıba sokamıyoruz.

Yıl olarak tam hatırlamasam da üç aşağı beş yukarı 1996’lı yıllarda olduğunu tahmin ediyorum. O zamanlar şimdiki gibi çok fakir diğer bir ifade ile fasfakir insan yoktu. Geçim sıkıntısı olsa da şimdiki gibi zirve yapmadığı için bazı kimseler yatırım olur düşüncesiyle ev hanımı eşine isteğe bağlı SSK 4A primi öderdi. Emeklilik şartları cazip 4A SGK Primi ödemek, dar gelirli vatandaşlar arasında kulaktan kulağa yayılarak hatırı sayılır bir sayıya ulaştı. Ancak fırsatı ganimet bilen siyasiler fakire sağlanan bu imtiyazı çok gördü ve rahat durmadı. Normal emekliliği elinden alınan dar gelirliler elbette üzüldü. Bu durumda biz de dürüstlük nasıl sorusunun cevabı için biraz düşündük.

Emekli Olmak İçin Ne Yapmalıyız

Dürüstlük nasıl bir kavram detayına girmeden önce SSK ve BAĞKUR primi hakkında kısaca bilgi verelim. Şunu da belirtilim ki bu hadiseler 09.09.1999 yılından önceki dönemde gerçekleşen hadiseler. Zira 1999 yılından sonraki hadiseler tam bir keşmekeş ve plansız yapılan bir durum. Tabi ki de tasvip etmiyoruz. Zira ben yaptım oldu demek sorunu çözmez. Mağduru ihya etmez. Altı doldurulmadan yapılan bu yaptırım, hiç de iyi olmadı. Zira sosyal adalet ve dürüstlük kavramları zedelenmiş oldu.

1999 yılından önce SSK 4A primi ödeyen ev hanımları 20 sene içinde 5.000 gün prim ödeyerek emeklilik hakkını elde ediyordu. Ancak BAĞKUR 4B primi ödeyen ev hanımları 20 sene içinde 7.000 gün prim ödeyerek emekli olabiliyordu. Bu kısa bilgiden sonra konumuza dönelim.

Ev hanımlarının da emekli olabilmesi için isteğe bağlı SSK 4A çıkarıldı ve birçok ev hanımının tercihi oldu. Zira mecburiyeti bulunmayan aklı başında bir kimse elbette 5.000 gün prim ödeyerek emekli olmayı tercih ederdi. Üzerine iş yeri yoksa kimse durduk yere isteğe bağlı BAĞKUR 4B 7.000 gün prim ödemeyi tercih etmezdi. İsteğe bağlık SGK 4A uygulaması devam etseydi; insanımız dürüstlük nasıl sorunu cevaplamasa da dürüstçe davranmaya devam edebilirdi.

Bu şekilde biz de mağdur eden kanun çıkmadan önce isteğe bağlı SSK 4A primi ödemeye başladık. Zira uygulamayı getirenlerden bunun devamın beklerdik. Dürüstlük nasıl bir kavram sorgulaması yapmadan önce bunları da düşünmek lazım. Yaklaşık bir sene isteğe bağlı 4A prim ödemeleri süt liman giderken bir den hava bozdu. Ağustos ayının ortasında lapa lapa kar yağmaya başladı. Van Gölünde Tusinami çıktı. Konya ovası bir günde Arabistan çölüne döndü.

Resmi kanalda yeni uygulama bangır bangır anonslarla halka ilan edildi:

-Bu günden tiz bilesiz ki isteğe bağlı SSK 4A yürürlükten kaldırıldı. Ancak prim ödemek isteyen insancıklar dilerse isteğe bağlı BAĞKUR primi ödeyebilir. Arkasından davul sesleri gümbe de güm güm, güm be de güm güm.

Kanun Koyucu Bir Kanun İçin Bin Düşünmelidir

Sözüne güvenmemiz gereken hükümet, manevrayla U dönüşü yaparak, vatandaşı mahzun etti. Biz de dürüstlük nasıl? Kavram sorgulamamızı yapmaya başladık. Ancak hükümetin icraatları tabi bununla da kalmadı Eylül 1999’a çıkan yeni sosyal güvenlik kanunu insanların umutlarının pimini çekti. Böyle kalsa gene iyiydi dedirtecek şekilde 2008 yılının Ağustos ayında yeni bir güncelleme işleri hepten karıştırdı. Hükümete sormuşlar neden “Su uyur düşman uyumaz.” o da “Damlaya damlaya göl olur.” demiş.

Burada hata kimde. Hükümetin vatandaşa önce verip, sonra aldığı sosyal güvenlik umudu için ne düşünmek lazım. Bahane derseniz her zaman her konuda bahane bulunur. Bu sorun değil. Sorun o yıllardaki bahanelerin aynen devam edip, hâlâ çözüm üretilmemesi. Bu ikilemlerde dürüstlük nasıl bir kavram sorusunun cevabını bulamıyoruz.

Vatandaşın ödediği SGK primleri hiç bir zaman yatırıma dönüştürülmedi. Hükümetler SSK primlerini sürekli bütçe açığında kullandı. Aynı şekilde işçi ve işverenden kesilen işsizlik fonu da hakeza aynı akıbete uğradı. Yatırıma dönüştürülüp katlanarak büyümesi gereken kesintiler har vurup harman savruldu. Sonrada klasik şekilde bilmem kaç çalışan, bilmem kaç emekliye bakıyor. Söylemleri gırla gidiyor. Sanki emekliye sadaka veriliyor. Sağlam ve sağlıklı birey çalışıyor, üretiyor ve devletine milletine katma değer üretiyor. Yaşlanıp aciz kaldığında, bedenen çalışmadan yaşantısını devam ettirebilmelidir. Bu düşünce gayet normal ve insanidir. Olayı fakir edebiyatı yapıp trajediye çevirip nemalanmak yanlıştır. Netice itibarıyla devletlerin sosyal politikaları olur ve bu minvalde iyiyi en iyi yapmaya çalışır. Oysa sürekli bahane üretip her seferinde farklı sakız çiğnemek boş ve gayretsiz bir iştir.

Vergi Politikası Oluşturmak Zor Mu?

Ülkemizde vergi politikası var mı? Varsa doğru yürütülebiliyor mu? Koskoca ülkemizde düzene girmiş bir vergi politikası ne zaman olacak? Eğer doğru işlenen bir politika olsaydı her gün çıkan veya değişen bu kadar çok vergi kanunu olmazdı. Vatandaştan, “Dürüstlük nasıl olmalıdır?” sorusunun cevabını almamız bu şartlarda oldukça zordur.

İstanbul’da taksi plakasının fiyatı borsadaki kağıt gibidir. Her yiğidin böyle bir plaka alma şansı olmuyor. Eğer böyle şanslı biri olsaydınız yani taksi plakanız olsaydı vergi yükünüz ne olurdu. Düşünün İstanbul’da taksi plakası 2023 yılı olarak 5.500.000 TL ile 6.000.000 TL arasında bir fiyat. Taksi plakası kiraladığınızı düşünün İstanbul’da 2023 yılı için en düşük aylık 17.000 TL. Plaka sahibi kira bedelini sağ eliyle alıp, genelde sağ cebine koyuyor.

Bunun yanında TAKSİ PLAKASI götürü vergiye TABİ olduğu için plaka sahibi sene de bir defa Gelir Vergisi beyannamesi veriyor. Vergi tutarı buraya yazılmayacak kadar komik tutardadır. Bunu da zaten plakayı kiralayan ödüyor. Yani plaka sahibi sağ eliyle aldığı aylık kirayı, sağ cebine koymak gibi külfetsiz bir iş yapıyor. Ve vergi ödemiyor. Biz de oturduğumuz yerde; sosyal adalet, gelir eşitliği gibi kavramlara takla attırıyoruz. Söylem ve eylemdeki “Dürüstlük nasıl bir kavram?” sorgulamasını yapıyoruz.

Küçük İşletmenin Mali İşleyişi

Gel gelelim binamızın giriş katında bulunan 5m² büyüklüğündeki bakkal dükkanını Hakkı amca işletiyor. Elbette o da ticaretinde belgeli çalışmıyor. Bu nedenle ticaretinden oluşan kârını düzgün göstermediği yani kayıtsız alış veriş yaptığı için Gelir Vergisi ödemiyor.

Ancak emekli değilse ;

BAĞKUR Primi ödüyor 2023 yılı için 12×2.952,36 = 34.428,32 TL

Muhasebeci ücreti ödüyor 2023 yılı için 12×600 = 7.200 TL

KDV DV 2023 yılı içi 12×194,60 = 2.335,20 TL yıllık

Muhtasar DV 2023 yılı için 4×194,60 = 778,40 TL yıllık

Gelir Vergisi Beyannamesi DV 2023 yılı için 1×294,90 = 294,90 TL

Geçici Vergi Beyannamesi DV 2023 yılı için 3×194,60 = 583,80 TL

Yıllık Defter Tasdik parası DV 2023 yılı için 750,00 TL

Kira 2023 yılı için 12×1.000 = 12.000 TL

Bakkal dükkanının işletilmesindeki sermayeyi yuvarlarsak en fazla kemiksiz 20.000 TL’dir. Bakkalın götürü vergiye tabi olma şansı yok. Zira mal alıp satan kimse götürü vergiye tabi olamıyor. Oysa 5 milyon değerindeki taksi plakası götürü vergiye tabi olabiliyor. Yani taksi plakası sahibi kimse:

  • Her ay muhasebe ücreti
  • Aylık Beyanname Damga Vergisi
  • Ticaret yaptığı için işyeri kirası ödemiyor.

Taksi plakası sahibi ile bakkal amcanın maddi durumunu kıyas yaparsak diyeceğim ama diyemiyorum. Çünkü bu kıyas yakışık olmaz. Biri bedenen çalışıp yıpranıyor. 5m² dükkanda çok çalışıp çok kazanırsa! belki 250 ila 300 yıl arasında milyarder olabilir. Oysa götürü vergi mükellefi taksici amcanın plakası durduk yerde değer kazanıyor. Ayrıca taksi plakası sahibi canı sıkılıp taksi plakasını satmak istediğinde satıyor. 2 milyona satın aldığı taksi plakasını 5 Milyona sattığında sizce ne oluyor.

Aylarca Süren Vergi İncelemesi Çöp Kutusunda

Vergi denetmenine beş adet inceleme dosyası geliyor. Dosyanın içeriği taksi plakası satışından dolayı oluşan gelirin beyan edilmemesi. Yani taksici amca parayı bastırıp satın aldığı taksi plakasını daha sonra parayı bastırıp satın alan kişiye nakit olarak satıyor. Elbette şişede durduğu gibi durmayan plaka fiyatı alışın iki katı fiyatına satılmış oluyor. Bu durumda ortada görünen brüt bir gelir var ve vergisinin ödenmesi gerekiyor. Ama götürü vergiye tabi taksici amcanın böyle bir vergi ödemeye niyeti yok.

Kendisine gelen beş dosyayı inceleyen vergi denetmeni satın alınan dönemdeki taksi plakasını enflasyon arındırmasına tabi tutuyor. Yani görüntü olarak fiyatı artsa da reeldeki fiyat artışını buluyor. Ama ortada bir fiyat artışı göründüğü kadar olmasa da bir artış var dolayısıyla oluşan bir gelir var ve kanun çerçevesinde bu tespit ediliyor. Elbette diğer arkadaşlarına da ikişer üçer dosya veriliyor. Onlarda incelemesini bitiriyor ve ceza ihbarnamelerini hazırlamaya başlıyorlar. Peki ceza kesiliyor mu?

Elbette ceza kesilmiyor. Aylarca araştırma yapılarak hazırlanan dosyaların çöpe atılması talimatı ile macera sona eriyor. Burada Niye? Sorusu sormamız hatalı olur. Zira Ağustos ayında hava sıcaktır, yağmur yağmaz. Çünkü memurluğun tek ve yegane bir kuralı vardır o da amirine itaattir; “Tamam efendim.”

Gelin hep bir ağızla vergilendirmede adalet var diyelim. Ama yok yok öyle demeyelim, dürüstlük nasıl konumuza devam edelim.

Sosyal Adalet Nasıl Olmalıdır?

Hadi gelin biraz ironi yapalım. Kendine, iki kızı ve hanımı adına kayıtlı dört adet taksi plakası bulunan vatandaş hayat pahalılığından yakınıyor. Aynı kişi diğer çocuğunun üzerindeki ticari işletmesinde ödenecek KDV çıktığı zaman ver yansın ediyor. Her ne kadar bu kadar serveti olsa da bunları dünyada değil Ay’da çalışıp kazandı. Ancak bu nasıl bir adalet. Fakir(!) adam zar zor ticaret yaparken her türlü masraflarını kısıyor. Her ne kadar namı yürüsün diye şehrin göbeğinde kır düğünü yapsa da yüz elli iki yüz bin liranın lafı olmaz. Ama durduk yere; mecburen fatura düzenliyor ve bu nedenle de ödenecek KDV çıkıyor. Zor hem de çok zor; ticaret yapmak hele hele bir de vergi ödemek çok zor.

Haline yakınan adamın10.000 bin güne yakın BAĞKUR primi var ve yaşını da doldurup emeklilik müracaatında bulunuyor. Emekli maaşı bağlanıyor ve tamı tamına 6.200 TL emekli maaşı alıyor. Hemen bitişiğinde oturan kapı komşusu da emeklilik müracaatında bulunuyor. SSK girişi eski de olsa komşusunun sadece 3.600 gün primi var. Komşusu da ancak yaşını bekleyerek kısmı yani yaştan emekli oluyor. Komşusu en son primini 2000 yılının başında yatırmış. Sonrasında hanımı emekli olduğu için kendi çalışmadan bu zamana kadar yaşını beklemiş. Yaşı dolunca da başvuru yapıp 3600 gün ile emekli oluyor. Emekli maaşı 7.600 TL. 1999 yılına kadar emeklilik maaş hesabında %80’lik oran uygulanırken sonraki yıllarda ödenen SGK Primleri için emekli bağlanma oranı %35’e kadar düşüyor.

Emekli Maaşının Tespiti Sizce Nasıl Olmalıdır?

Konuya vakıf kimseler buraya kadar yazılanlardan bir anlam çıkarabilir. Ama olaya uzak kimselerin hiç bir şey anlamayacağına eminim. Zira 10.000 gün prim ödeyen kimsenin, 3600 gün prim ödeyen kimseden daha az emekli maaşı almasını hiç bir şekilde birine izah edemezsiniz, edemeyiz ve de etmemeliydik. Bu şartlarda dürüstlük nasıl sorusunun cevabını nasıl bulabiliriz ki.

Elbette 5.450 gününü 6 sene önce dolduran kimse 6 sene yaşını bekler ve emekli olur. Emekli maaşı 5.500 TL’dir. Emeklimizin evi kiradır ve üzerine kayıtlı veya fiiliyatta bir dikili ağacı yoktur.

Buna karşılık eşinden emekli maaşı alan kadının ticaret merkezinde üç tane kirada dükkanı var. Her bir dükkanından aylık 15 ile 30 Bin USD kira bedeli alır. Elbette bir kaç tane de kirada dairesi de vardır. Ancak ihtiyacı olmasa da nostalji olsun diye 3.600 gün prim ödeyerek yaşından dolayı kısmi emekli oluyor. Normal, yani prim gününü doldurup emekli kimseler 2.500 TL emekli maaşı alıyorken o kısmi emekli maaşı bağlandığı için 1.500 TL alıyor ve maaşının düşük olmasına köpürüyor.

Bir an mevcut parasını ve gayri menkullerini yaşından dolayı unutarak “Emekli insan bu kadarcık parayla nasıl geçinir?” diye kara kara düşünüyor. Ancak hükümet böyle mağdur kimselere bir kıyak geçiyor ve en düşük emekli maaşını 2.500 TL yaparak sosyal adaleti sağlıyor. Yani 5.450 gün prim ödeyerek emekliliği hak eden kimseyle 3.600 günle kısmı emekli kimse arasındaki maaş farkı kalkıyor. İki emekli arasındaki adalet ve eşitlik(!) bu düzenlemeyle sağlanıyor. Ancak bu adalet ve eşitlik sağlanırken emekli kimselerin sosyal ve ekonomik durumu dikkate alınmıyor.

Kazanılmış Hak EYT İle Verildi

Sosyal adalet derken SGK prim gün sayısını doldurup da 6 sene yaşını bekleyip sonra emekliliğe ayrılan kimseler var. Bunun yanında EYT’nin çıkması ile sosyal güvenlik prim gün sayısını doldurup 43 yaşındakiler de emekli oluyor. Bu durumda emekliliğe hak kazandığı halde uzun seneler yaşını bekleyen emekli kimseler sizce ne düşünür.

Yanlış anlaşılmasın, buradaki sorun EYT’den dolayı emekliliği hak eden kimse değil. Buradaki sorun kanun esnetilerek bazılarına bir şey verildiğinde, diğer yandaki mağdurların niye düşünülmediğidir.

Dört taksi plakası bulunan ve ticaretle meşgul kimse 10.000 günle emekli olduğunda emekli maaşının düşük olmasından yakınıyor. Ancak aynı kimse; geniş bahçesi bulunan yazlığını müteahhitte kat karşılığı verdiğinde ne oluyor. Müteahhit eski villayı yıkıyor ve araziye 8 tane yeni villa yapıyor. Müteahhit yeni yaptığı villanın 4 tanesini toprak sahibine bedelsiz veriyor. Geriye kalan 4 villayı da kendine alıyor. Nasrettin hocanın kazan hikayesi gibi arsası doğurmuş oluyor. Peki bu durumda toprak sahibinin 1 TL dahi vergi ödemeyeceğini biliyor musunuz? Oysa bakkal dükkanı mal alış-satışı yaptığı için götürü vergiye tabi olamıyor. Sizce de burada bir yanlışlık yok mu? Bu pişirmiş, bu yemiş bu da afiyet olsun demiş.

Söylemle eylem Aynı Olmalıdır

Sürekli gündemde iki çalışan, bir emekliye bakıyor söylemi cirit atıyor. Bu söylem siyasiler tarafından temcit pilavı gibi yeniyor veya çam sakızı gibi sürekli çiğneniyor. Her ne kadar yatırım uzmanları SGK primlerinin YATIRIMLA işletilmesi gerektiğini söylese de bu sadece sözdedir. Buna karşılık SGK primlerinin yıllardır işletilmeyip bütçe açığının kapatılmasında kullanıldığı söylenir. Oysa bu söylem kamu oyunda oldukça cılız kalıyor.

Bazen öyle akıl almaz hadiseler oluyor ki düşünmeden “Yalan!” diyebiliriz. Siz de yalan diyebilirsiniz, sadece tebessüm edip geçerim. Oturduğum yerden bir hikaye uydurmak istedim. Kurgumuz şu şekilde olsun. Fransa’daki ablasıyla erkek kardeşin arasında yaş farkı yok gibidir. Ablası evlidir ve Türkiye’ye eşiyle tatile geliyor. Hikaye bu ya kadının erkek kardeşi deli cesaretli korkusuz biridir.

Eniştesinin pasaportunu habersizce çantasından alıyor. Fransa’ya gitmek için uçak bileti de temin ediyor. Gözünü karartarak eniştesinin pasaportuyla Fransa’ya gidiyor. İzni biten ablası ve eniştesi aynı zamanda Fransız vatandaşı olduğu için kimlikleriyle Fransa’ya dönebiliyor. Kaçak kardeşi ablasında bir seneye yakın kalıyor. Çocuğun mesleği boya, badana işidir. İşinde de oldukça mahir ve titizdir. Özsaygısı yüksek genç orada kaldığı sürece birilerinin vasıtasıyla boya badana işleri yapıyor. Aldığı ücrette oldukça yüksektir. Ancak her seferinde parayı alırken sorun yaşıyor. İster ticaret erbabı olsun, ister vatandaş olsun, çalıştırdığı kişinin ücretini bankaya yatırarak belgelendirmek istiyor. Zira bir kimse yaptığı harcamaları vergiden düşebiliyor. Bunun için işçinin maaş ödemesini banka yoluyla yapması gereklidir. Netice itibarıyla boyacı aracılarla bir süre işini yürütse de bu can sıkıcı bir durumdur. Stresli çalışmak zoruna gidiyor ve aynı sahte pasaportla Türkiye’ye geri dönüyor.

Buraya Kadar Ne anladık

Kahramanımızın geri dönmesinin nedeni hizmetine karşılık ücretini rahat rahat alamamasıdır. Bunun yanında kağıt üzerinde bizde de kanun var. 7.000 TL ve üzerindeki faturaların elden tahsil ve tediyesi yasak. Böyle durumda cezai durum söz konusu ve cezası da oldukça ağır. Elbette bunun yanında;

  • Rengi ve dili farklı bir çok kayıtsız ve kaçak yabancı vatandaş ülkemizde yıllardır kaçak olarak çalışıyor
  • İmalat ve yük taşıma işinden tutunda, mağazada satış yapan sigortasız ve çalışma izni olmayan bir sürü çalışan kimse var
  • Kağıt üzerinde çalıştığı işyerinin adresini ve ne iş yerinde ne iş yapıldığını bilmeyen birçok sigortalı çalışan var
  • İnternet üzerinde harıl harıl satış yapan bir sürü kayıtsız tacir var.

Bütün bu yanlışların tek ve yegane sebebi Devletin sosyal politikasının olmamasıdır. Öylesine dağınık bir birinden ilintisiz kanun ve uygulama var ki izahı mümkün değil. Ülkemizde dürüstlük nasıl bir kavram sorgulaması yaparken, Fransa’da ücretini elden almakta sorun yaşayan genç ülkesine geri dönüyor, zira ülkesinde böyle bir sorun yok.

Sanmayın ki ceza keserek, esip gürlemekle bu sorunlar çözülür. Böyle davranmak ancak kangren olmuş uzvu kesip atmak anlamına gelir. Doğru ve yapılması gereken; vatandaşın öncelikle asgari geçiminin güvence altına alınmasıdır. Sonrasında gelir dağılımına uygun adil bir vergi politikasının uygulanmasıdır. Sonrasında gelire göre veya servete göre kılı kırk yararak yapılması gerekenin yapılmasıdır.

Sadece oturduğu evi bulunan dar gelirli bir emekliden yüksek emlak vergisi almak veya küçük bir dükkanda geçimini sağlayan esnaftan vergi almaya çalışmak pek de adaletli olmaz. Sonuç olarak sosyal adaletin sağlanmasını adil yönetimler yapabilir. Dileriz ki güzel ülkemiz ve buna bağlı güzel insanlarımız prensip sahibi, yetkin kimseler yönetiminde mutlu ve huzurlu olur.

Click to rate this post!
[Total: 0 Average: 0]