Sosyal Politika Ne demek? Nasıl Olmalı
Bir ülkenin gelişmişliğini Sosyal Politika uygulamaları belirler. Ülkede Sosyal politika doğru uygulandığında o ülkeyi parmakla gösterilecek seviyeye çıkarır. Buna karşılık Sosyal Politika yanlış uygulandığında da ülkeyi parmakla gösterilecek derekeye düşürür. Zira övüp, beğendimiz ya da yerip karaladığımız şeyleri genelde parmakla gösteririz.
Sosyal Politika kavramı ıstılah da iki şekilde tanımlanır. Dar anlamıyla; işçinin işverene karşı haklarının korunmasıdır. Sosyal Politikanın bir de geniş anlamı vardır. Bunu ise Devletin, vatandaşının sosyal yaşantısını güvence altına almasıdır, şeklinde izah edilir.
Sosyal Politika çerçevesinde kurulan;
- İş ve İşçi Bulmak Kurumu
- Aile Bakanlığı
- Bölge Çalışma Bakanlığı
- Kaymakamlık bünyesine bulunan Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfını da dahil edebiliriz.
Elbette buna benzer sosyal politikayı desteklemek için kurulan farklı bir çok kurum daha vardır. Ancak bir ülkede bu Sosyal Politika kurumlarının bulunması; istenilen Sosyal Politikanın oluştuğu anlamına gelmiyor. Zira bir şeyin varlığından ziyade nasıl uygulandığı daha önemlidir. Uygulamanın doğru yapılması yanında halk için uygulanan Sosyal Politikanın verimli olması da önemlidir.
Bu deneme yazısındaki amaç, akademik olarak Sosyal Politika Kavramını incelemek değildir. Buradaki amaç ülkemizde Sosyal Politika ne kadar vardır ve ne kadar uygulanabiliyor. Bu konuda ufakta olsa bir farkındalık oluşturabiliriz.
Sosyal Politika ve Toplumda Konuşma Yetisi
Maalesef günümüzde uzun uzadıya sosyal bir sorunu kimseyle konuşamıyoruz. Bunun yanında o kimsenin bir da siyasi saplantısı varsa vay halinize. O kişiye karşı söyleyeceğiniz kelimeleri cımbızla seçmeniz gerekiyor. Aksi durumda muhatabınızın; top, tüfek, tank ve bir tabur askeri toplayıp hedefe doğru gittiğini görürsünüz. Elbette o hedef de sizsinizdir.
Oysa gençliğimizde; gerek büyüklerimiz, gerekse yaşıtlarımız her türlü konuyu korkusuzca konuşurdu. Bu konuşmalarda ne kavga ne de gürültü olurdu. Taksim meydanında yumruğunu kaldırıp bağıranla, Beyazıt camiinin çıkışında zulmü protesto eden bireyler, aynı evde muhabbet edebilirdi. Şimdilerde bize ne olduysa, kimsenin, kimseye tahammülü yok. Oysa ülkeyi yönetenlerin daha doğrusu ülkenin sosyal politikası oturmuş olsa, vatandaş bir biriyle bu şekilde kavga etmez. Zira kavgaların çoğu geçim sıkıntısı ve gelir eşitsizliği bir de adam kayırma üzerinedir.
Gençliğimizde arkadaşlarımızla;
- Zamlardan
- İşçilerin maaşından
- Teknolojinin geriliğinden
- Yağ kuyruğundan
- Tüp kuyruğundan
- Yolların bozuk olması konusunda tartışmadan konuşurduk. O günleri özledik, hem de çok özledik.
Elbette burada 80 ihtilali ve o zamanki kargaşayı işaret ederek, o zamanın daha da karışık olduğu söylenebilir. Ancak bu konuyla o dönemin çalkantısıyla ilişki kurmak yanlış olur. Bu çeşit hadiselerin iç/dış bir çok sebebi olduğu gibi bir çok da kaşıyanı, o hale getireni vardır.
Sosyal Politika | Hayat Pahalılığından Bahsetmek Cesaret İster
Oysa şimdi, hele de bir hayat pahalılığından bahsedin. Ya da gözünüz yiyorsa ev kiralarının arttığına bir değinin. Hele hele bunları siyasi partiyle ilişkilendirdiğinizde, el mi yaman bey mi yaman olduğunu anlarsınız. Ülkemizde oturmuş bir sosyal politika anlayışı olmadığı için, her gelen hükümet, yeniden sosyal politika kurmaya çalışıyor.
Yatırımlar konusunda da ülkemizin belirlenmiş bir politikası yoktur. Bu nedenle ülkemizde garip şekilde uygulanan yabancı yatırımcıların yatırımlarıyla karşı karşıya kalıyoruz. Elbette yabancı yatırımların bir kısmının ülkemize bazen faydası da olabiliyor. Ama bazen de sözde yatırım gibi duran tahakkümleri kabullenemiyoruz. Bununla beraber birçok kimse yatırım gibi görünse de şu dört işleme sıcak bakmıyor.
- Yolcu garantili hava limanı
- Araç geçiş garantili köprü
- Araç geçiş garantili paralı yol
- Hasta garantili Şehir Hastanesi
Şeklindeki söz de yatırımlar nasıl düşünüldüyse toplumumuza yabancı ve istenmeyen bir uygulamadır. Bunun sebebi ise en başta ekonomik olmamasıdır. Elbette bunun dışında da birçok başka sebep daha vardır.
Ancak “araç geçiş garantili” veya “hasta garantili” cümleleri insanımıza oldukça soğuk geliyor. Bu kavramları duyan kimselerin zihinlerinde dipsiz bir kuyu veya ilerisi öngörülemez bir uçurum gibi geliyor. Bu belki evhamdır ama bu söylemler halkımızın zihnine kara bir leke gibi yerleşti, söküp atamıyor.
Sağlık Hizmetleri Sizce Evirildi Mi?
Ülkemizde eğitim alanında olduğu gibi sağlık alanında devletin oturmuş bir sosyal politikası bulunmuyor. Devletin bu kurumları hâlâ deneme yanılma yoluyla hizmet vermeye çalışıyor. Günümüzde yaşadığımız olumsuzlukları göz önüne alırsak sorunu şöyle dillendirebiliriz. Devlet hastanesinden birçok branşta kısa vadeli randevu alma şansınız hemen hemen yoktur. Buna bağlı olarak devlet hastanenin acilinde tedavi olma şansınız da pek yoktur. Zira branşında uzman doktora Devlet hastanesinde ulaşabilmeniz büyük şans sayılır. Acile gittiğinizde “Şu an doktor yok.” cevabını çok sık alırsınız. Randevu alıp branşında uzman doktora muayene olmak için ya tanıdığınız olacak ya da epey bir zaman telefon veya internette cebelleşmeniz gerekiyor. En sonunda pes edip eğer maddi olarak müsaitseniz elinizi cebinize atmanız gerekiyor. Zira paranın su gibi aktığı özel sağlık kuruluşuna gitmeniz gerekecektir.
Siyasi partiyi destekleyen arkadaşım, akşam iş dönüşü evine gittiğinde sekiz, on yaşlarındaki komşu çocuğunu ambulansta görür. Komşuluk hatırına istinaden ambulansın yanına giderek ailesine çocuğun durumunu soruyor. O anda ambulans hareket ediyor ve çocuğun babası da refakatçi olarak ambulansla gidiyor. Araçtaki hastanın yanına bir refakatçi alındığı için adamın hanımı ve bir kaç yakını sokakta kala kalıyor. Arkadaş, isterseler onları aracıyla hastaneye götürebileceğini söylüyor. Arkadaşın jesti karşısında muhatapları sevinerek arkadaşın arabasına biniyor. Ambulansı takip takip ederek, en yakın Devlet hastanesine gidiyorlar.
Yanıktan dolayı hastaneye gelen çocuğa ilk müdahale Devlet hastanesinde yapılıyor. Ancak Devlet hastanesinde şu an uzman doktorun olmadığı, tedavinin devamı için yarın da hastanın yanık servisine getirilmesi isteniyor. Hastanenin bu talebi karşısında hastaneden çıkan ailenin içleri rahat etmez. Aynı zamanda tedaviyi yarına bırakmadan, hemen çözüm ararlar. Devlet hastanesinde oturmuş bir sosyal politika anlayışı olmadığı için hastaya ne bir yönlendirme yapılır ne de bir alternatif sunulabilir.
Hizmet Almak Her Zaman Çözüm Mü?
Hasta yakınlarının kendi aracı yoktur. Arkadaş, hastaneye aracıyla gittiği için hastanın ailesi arkadaştan bir ricada bulunur. Hasta çocuğu hep beraber Başakşehir Şehir hastanesine götürürler.
O hastaneyi hiç gitmedim için ne dışını ne de için de görmedim. Arkadaş gittikleri hastanede yaşadıklarını yani hastanenin verdiği hizmeti ve hasta kabulünün nasıl yapıldığını anlatır. Anlattıkları karşısında da oldukça da övünüyor. Zira Devlet hastanesinden Şehir hastanesine gittiklerinde aradaki bariz farkı görür ve devlete bağlı iki kurumu arasındaki fark beyaz ile kara gibidir. Elbette sağ duyulu kimseler bu anlatılanlar karşısında ancak sinirinden dövünebilir. Oysa devlet hastanesinin daha modern ve sorunu çözen olması gerekmez mi?
Şehir hastanesine gittiklerinde; hastane görevlileri bunları kapı da karşılıyor. Şehir hastanesi devasa boyutta olup baş döndürücüdür modernliktedir. Gece yarısı olmasına rağmen yanıkla ilgili uzman doktor da vardır. Sıra beklemeden hastanın kaydı açılıyor, iki hasta bakıcı, hastayı asansörle ilgili bölüme götürüyor. Etrafın temizliği ve lükslüğü, beş yıldızlı otel gibidir. Gösterilen muamele karşısında hepsinin ağzı açık kalıyor. Tedavi edilen hastayı, hasta bakıcı asansörle aşağı getirip, ailesine teslim ediyor. Geçmiş olsun diyerek, hastayı taburcu ediyorlar. Gördüğümüz gibi Şehir hastanesi sosyal politikasını oluşturup, müşteri memnuniyeti odaklı şekilde hizmet veriyor.
Burada göğsünü kabartan arkadaşım hastane macerasını anlatmaya devam ediyor;
-Hem de tek kuruş ödemediler.
Elbette, hastanın sıkıntı çekmeden tedavi edilebilmesi güzel bir şeydir. Buna kötü veya yanlış diyecek halimiz de yok. Ancak şu soruyu sormadan da edemiyoruz. İlk gittiği devlet hastanesinin acilinde bile sıra bekliyorken ve tedavisini tamamlayacak uzman doktor yok iken. Şehir hastanesinde, hastayı kapıda karşılayıp, bir değil iki hasta bakıcı ilgili servise götürebiliyor. İki hastanede İstanbul’dadır. Devlet hastanesi yıllarca yıl önce yapılarak faaliyettedir. Buna karşılık Şehir hastanesinin yapı o kadar yenidir ki daha harcı kurumamıştır.
Güzellik ve İsraf Aynı Kefede Olmaz
İki hastane arasındaki dağlar kadar farkın nedenini arkadaşa sordum. Birinde sıra olup ve uzman doktor bulanmazken diğerinde özel ilgi görülüp, uzman doktorun bulunması sizce neden? diye sordum. Elbette cevabını bilmediği için topu taca attı. Cevap vermedi.
Şehir hastaneleri ile ilgili projeler konuşulduğu zaman çok detaylı olmasa da yetkililer medyada açıklamalar yaptı. Konuyla ilgili ne kadar araştırma yaparsanız yapın Şehir hastanesi ile ilgili detaylı bilgi edinemezsiniz. Dijital çağdayız ancak şehir hastanesinin kuruluş, işleyiş ve kazanç durumu nasıl? Hâlâ tam bilmiyoruz. Ancak kulaktan duyma doğruluğu teyit edilemeyen bazı açıklamalar var.
Gazetede yazdığına ve aklımda kaldığı kadarıyla şehir hastaneleri ilk defa İngiltere’de kurulmuş. Ancak ekonomik olmadığı, ekonomiye külfet getirdiği için bir veya iki yıl sonra bu uygulamadan vaz geçiliyor. Ya da ilk başlardaki gibi ekonomiyi kemirmeyen bir düzenleme yapılıyor. Halk arasında konuşulan son bilgi ise şu şekildeydi: Şehir hastanesinin yapımında arsayı devlet bedelsiz veriyor. Kiralama sonunda arsa şehir hastanesini kuran firmaya devrediliyor. Sonuçta yapılan hastane halkımıza hizmet verecek. Bunu bu haliyle yadırgayamayız.
Bunun yanında hastanenin inşaatını, hastanede kullanılacak cihaz ve teçhizatın tamamını müteşebbis firmanın kendisi karşılıyor. Elbette çalışacak personel ve diğer giderleri de müteşebbis finanse ediyor.
Peki, müteahhit bunca masraf ve yatırım yapıldığına göre bu işten nasıl para kazanacak. Bu yatırıma; uzaktan veya yakından, yatarak veya oturarak bakalım, yani yatırıma neresinden bakarsak bakalım maliyetli ve kompleks bir yatırım. Bunca parayı yatırımcı hayır olsun diye toprağa gömmüyor. Elbette para kazanması lazımdır. Hem kâr yapması hem de yatırım maliyetini çıkarması lazım. Bu çerçevede şehir hastanesi müteşebbisleri de oluşturdukları sosyal politika çerçevesinde gelir elde etmeye çalışacaktır.
Yap İşlet Devret Modeli Verimli midir?
Şehir hastanesini tamamlayan müteşebbis köprü ve paralı yollarda olduğu gibi “dövizli bedel” üzerinden hasta garantili olarak Devlete kiraya veriyor. Gazetede yazdığına göre kira süresi Yirmi Beş yıl oluyor.
Bildiğim veya bildiğimi sandığım bilgileri arkadaşa söylediğimde elbette kızdı. Bu bilgiler ışığında kesin ve net şekilde;
-Öyleyse ülkenin şimdiye kadar batması gerekir, yol, köprü, hastane ve hava limanı; hepsinde dövizli garanti var. Buna para mı yetişir. Oysa kaç yıldır her şey yolunda gidiyor ve daha da iyi olacak.
Elbette araştırmadan, karıştırmadan, düşünmeden veya tuzu kuru bir kimsenin sade bir yorumuna diyecek bir şeyimiz yok. Ama bunun yanında basit ama çok basit bir araştırmada şu anda ülkemizde 19 adet şehir hastanesi olduğu bilgisine ulaşıyoruz. Bunun yanında hali hazırda 10 adet daha şehir hastanesi de yapım aşamasında. Doğru verilen İstatistikler bizler için altın değerindedir. Bir icraata iyi/kötü veya doğru/yanlış diyebilmemiz için elimizde mihenk taşı gibidir.
Ülkemizde bir vatandaşın Devlet hastanesinde tedavi olmasının, devlete yıllık maliyeti 2.800 TL (İki bin sekiz yüz TL). Buna karşılık şehir hastanelerinde tedavi gören bir hastanın devlete maliyeti 3.800 USD (Üç bin sekiz yüz Amerikan doları). Eğer bir kimse tedavi olarak bu para Şehir Hastanesine ödendiyse sineye çekebiliriz. Ancak Şehir Hastanelerine yıllık ödenen bedelin %70’lik kısmı hasta garantisinden yani tedavi olmayan hasta için ödendiğini öğrendiğimizde, içimizi buruk bir acı kaplıyor. Göze güzel görünen yabancı yatırımın, güzelliği için bedel ödemek.
Zira çiftçi tarlada alın teriyle çalışıyor. Temizlikçi bir kadın evlerde temizlik yaparak kendini yıpratıyor. Bu emekçiler paralarını alın teriyle kazanıyor. Ve kazandıkları paradan vergi veriyor. Üzerinde alın teri bulunan verginin “Hasta Garantili” uygulama yüzünden “alınmayan/verilmeyen hizmete” ödenmesi bizi üzüyor.
Daha düne kadar dalga geçilen döviz kurunu kat be kat geçen şimdiki döviz kuru, kabullenemesek de bazı yatırımların yanlış olduğunun sinyalini veriyor.
Siyasetçileri Korumak İçin, Karşısındakini Kırmamalıyız
Elbette yüz yüze baktığın biriyle gerginleşen konuşmayı uzatmanın gereği yoktu. Ancak tarihe geçmiş Şair Nef’i duramamış ki biz duralım. Şair idam edilmeye hapse götürülüyor. İdamdan kurtulması için bir daha hiciv yazmayacağına söz vermesi gerekiyor. Bunu da kağıda yazarak teyit etmesi gerekiyor. Tek kurtuluş yolu budur. Gardiyan zencidir ve diviti hokkaya batırıp, çıkarıyor Şair Nef’i’ye diviti uzatıyor. Şair diviti almıyor ve kısa bir süre öylece hareketsiz bekliyor. Zenci gardiyanın elindeki divitten kâğıda bir damla mürekkep damlıyor. Elbette hiciv şairi bu durum karşısında sessiz kalamaz, lafı yapıştırır.
-Üstadım! Hava sıcak terlediniz galiba, kâğıda teriniz damladı.
Ne kadar uslu durmaya çalışırsanız çalışın, mizaç bir şekilde patlak verip, aslına dönüyor. Arkadaşın “madem öyle…” ile başlayan sözü bittiğinde, yüzüne bakıp;
-En düşük emekli maaşı 3.500 TL, ev kiraları 1.100 TL iken 5.000/6.000 TL’ye çıktı. Elektrik 45 TL gelirken 290 TL geliyor. Aile bireyi aynı sayıda, ne artan var ne de azalan. Bu emekli aile nasıl kira ödesin, nasıl geçinsin.
Sevmek veya Körü Körüne Bağlanmak Farklıdır
Elbette bir kimse birini veya bir görüşü sevdiği hem de can-ı gönülden sevdiğinde onun önünde kimse duramaz. Onca sözden sadece kiraların yüksek olması dikkatini çekmiştir. Arkadaş manidar, hem de çok manidar bir şekilde cevap veriyor.
-Bir kimse emekli oluncaya kadar kendine ev alamadıysa, ölsün o zaman.
Elbette bu sözden sonra ağzımızın fermuarını çekmeliyiz. Zira muhabbetin içine siyaset girdiğinde o muhabbet artık ölmüştür. İmamı çağırın! Hadi gömmeye götürelim.
Radyo dinleme alışkanlığı çok olmasa da özellikle sabahları 08-10 arası TRT1 radyosunu dinliyorum. Çünkü programa, konusunda yetkin akademisyen, uzman kişiler de davet ediliyor. Bazıları siyasi görüşü merkez alarak bazı şeyleri geveleyip geçiyor. Fakat bazılarının konuşmalarını dinledikçe ülkemizde böyle ilim adamları veya yetkin devlet çalışanı olduğunu görmek insana umut veriyor. Mevcut uygulamaların iyi ya da kötü yanlarını çok güzel vurguluyorlar. Hatta öyle güzel çözüm önerileri sunuluyor ki bazen kendimle gurur duyuyorum. Zira zihnimdeki çözüm yollarının yetkin kimseler tarafından dillendirilmesi gayet hoş oluyor.
Sosyal Politika Siyasetten Ayrıdır
Sosyal Politika dersinde; Doçent konuyu anlatırken bir konuya parmak bastı. Bin sekizyüzlü yıllarda başlayan sanayi devrimi ile çoluk, çocuk, kadın, erkek demeden insanlar boğaz tokluğuna çalıştırılıyordu. Madenlerde, baca temizliğinde çalıştırılan yetişkin ve çocuklarda iş güvenliği olmadığı için ölenler çok oluyordu. Buna karşılık gazeteleri ütülenerek getirilen müteşebbisler, ölen insanlar için tedbir almayı düşünmüyordu. Zira ölenlerin yerine başkaları geleceği için ekonomi canlanacaktır. O yüzden “Bırakınız ölsünler.” Sloganı o zamanlar revaçtaydı. Bu sözü duyunca birkaç gün önce muhabbetin içine limon sıkıldığında “O zaman ölsün.” Sözü hatırıma geldi. Demek zaman değişse de düşünce yapısı değişmiyor. Çözüm üretemeyen kimseler, yanlışı çözüm gibi görüyor.
Her ne kadar günümüzde insanlar zorlanarak geçiniyor olsa da şimdilik geçinebiliyor. Bir kısım aileler hâlâ yakınlarının köyden gönderdiği kuru gıdalar sayesinde rahatlıyor. Ya da mirasla intikal eden para veya gayri menkul sayesinde bolluk görüyorlar . Oysa yeni nesle ne gelecek miras, ne de köyden gelecek gıda var. Zira ancak insanlar kendi yağında kavrulup, günü kurtarma derdinde. Elbette kuyunun suyu bir gün bitecek. Peki, su bittiğinde ne olacak?
Şimdiden devletin tedbir alıp, fon oluşturması lazımdır. Yaşlanan ebeveyne; bozulan aile düzeni ve ekonomik sıkıntı yüzünden kısa zamanda bakılamaz olacak.
Sonuç ve Değerlendirme
Sabah radyo programına davet edilen özel üniversitenin öğretim görevlisi güzel konuştu. Sosyal Politikanın nasıl olması gerektiğini anlaşılır şekilde izah etti. Asgari ücreti arttırmanın tek başına faydasının olmayacağını, bunun yanında ek tedbirlerin de alınması gerektiğini tane tane izah etti. Hem de gayet nezih ve taşlar yerine oturacak şekilde. Konuşmasının bitimine doğru bam teline de dokundu. Bir anda pür dikkat oldum.
Akademisyen, devletin, acilen “Yaşam Fonu” için adım atması gerektiğiyle konuya başladı. Günümüzde, ekonomik şartların ağırlaştığından ve belirsizliğin de kolay kolay bitmeyeceğini belirtti. Buna karşılık hızlı yaşlanan nüfusun büyük çoğunluğunun; ileride bakıma muhtaç olacağına değindi.
Zira günümüzde geçinmek için aile bireylerinin tamamının çalışması gerekiyor. Bu durumda dahi ancak geçinebiliyor. Bu yüzden çalışan aile ebeveynine hem zaman hem de maddi olarak bakamayacaktır. Bu yüzden ileride mağduriyetler yaşanacaktır. Oysa yol yakınken “Yaşam Fonu” şeklinde tedbirin alınmasının şart olduğunu belirtti. Hatta bazı Avrupa ülkelerinin bunun farkında olduğunu ve şimdiden “Yaşam Fonu” tedbirine başladığını da belirtti.
Ne diyelim ki ağzı olup, bilgisine güvenen yetkin kimseler çıkıp konuşuyor. Ama kim dinler, kim dinlemez orasını bilemem. Bilenin vazifesi bildiğini söylemektir. En nihayetinde kararı verecek kişiler bellidir.