Ayakkabı Sesi Tak Tak Tak
Ayakkabı sesi bana üzücü bir hadiseyi hatırlatır. Zihnimde öylesine yer etmiş ki; gayri ihtiyarı maziye hatırlıyorum. Hem hatırlıyor hem de üzülüyorum.
İşyerinde mesai başladığında her kes meşguliyetine geçerdi. Dört katlı işyeri firmanın kendi mülküydü. Alış veriş merkezinin tam kalbinde han sahibi olmak azımsanamayacak bir şeydi. Elbette bu deve de kulaktı. Bunun dışında işyeri sahiplerinin buradan daha değerli başka gayrimenkulleri de vardı. Demem o ki maddi olarak işverenlerin durumlara yabana atılacak cinsten değildi.
İşyerinde İşçi ve İşveren Ayrımı
İşyerinin en tepesinde yemekhane ve çay ocağı vardı. Yemek saati belli olsa da çay saati yoktu. Personelden çay içmek isteyen yukarı çıkarak çayını alırdı. Oysa çay servisi yapan eleman da vardı. Ancak o sadece misafir ve işverene servis yapıyordu. Bunun yanında mermer merdivenlerde yürümek maharet isterdi. Zira ayakkabı sesi bir anda ortalığı kaplayabiliyordu.
İşyeri kurumsal bir yapıya bürünmese de oldukça fazla çalışan elemanı vardı. Birçoğu işverenin akrabası veya köylüsüydü. Bunun yanında az da olsa dışarıdan da eleman çalışıyordu.
Sekreter kız yirmi beş yaşlarında bekâr biriydi. İşini de oldukça güzel yapıyordu. Ancak gözlerindeki hüzün ve her ne kadar tebessüm etse de sıkıntısını belli ediyordu. Elbette rahat yaşayan kimselerden ziyada, bu durumu onun gibi sıkıntı çekenler anlayabilirdi. Nereden bileceksin ki küçücük cüssesiyle devlerin rolünü üstlendiğini.
Sekreter kız konumu gereği giyim kuşamına dikkat ederdi. Ancak dikkat etmediği veya edemediği bir gafı iş hayatını değiştirdi. Onu umutsuzluğa itip, hüzün girdabına çekti.
Mermer Merdivenler ve Topuklu Ayakkabı
Sabahın hengâmesi geçmiş, herkes mutat işine başladığında, ortalığını sakinliğinden faydalanmak isteyen sekreter çay içmek ister. Ortalığın sakinliğinden faydalanıp dördüncü kata çay almaya gider. Elbette yeni aldığı ayakkabıları da ayağındadır. Zira şimdiye kadar yukarı çıktığı halde topuk sesini duymadık. Sekreter merdivenleri çıktıkça ayakkabı topuğu mermere çarpıyor, sessizlik içindeki işyeri bariz şekilde ayakkabı sesi ile inliyordu. Belki farkındaydı, belki de farkında değildi. Orasını bilemeyiz. Ama işyerine erken gelen işverenin sesi hepimizi kendimize getirdi. Gürültülü şekilde kapısını açan işveren hiç de yakışık olmayacak şekilde koridorları inletti.
-Kim bu saygısız! Kes şunu! Sabah sabah ne bu ya! Tak tak tak!..
Söylenerek odasına girdi ve kapıyı hızla çarptı. Az önceki tak tak sesleri kesildi. İşyerinde Ağustos ayındaki sıcaklık bir anda gitti. Buna karşılık yerine Aralık ayının yakan soğuğu geldi. Zira işvereni o haykırışı hepimizi tedirgin etti. Zira ihmal veya gaflettin yapılan bir yanlış ortalığı ölüm sessizliğine çevirdi.
Fakirsen, Garipsen Fakirsin, Garipsin ve Boyun Büküksün
Merdivenlerdeki hadisenin üzerinden on on beş dakika geçmişti ki işveren, işyeri müdürünü telefonla aradı. İşyeri müdürü de telefonla muhasebe sorumlusunu yanına çağırdı. Ancak daha onun gelmesine fırsat vermeden, müdür muhasebecinin yanına geldi. Zira hadise büyüktü. Merdivenlerdeki tak tak sesleri büyük sorundu ve bu sorunun bir an önce çözülmesi elzemdi.
Müdür yutkunarak ve isteksiz şekilde;
-Sekreterin tazminatını hesaplayıp verin! işyerinden hemen gönderin.
Yapılan hata ve verilen ceza sizce eşdeğer mi? Elbette işverenin mizacı ve müdürün tavrı karşısında yorum veya tavsiye yapılacak durum yoktu. Kerhen bu acı haberi vermek muhasebecinin vazifesiydi.
İş Akidini Sonlandırmak Çok Zor Oluyor
Muhasebe sorumlusu işçinin kıdem ve ihbar tazminatını hesaplayarak tutarı belirliyor. Sonrasında sekretere telefon ederek, yanına gelmesini istiyor. Az sonra mahcup şekilde oraya gelen sekreter olacağı tahmin etmektedir. Nihayetinde kısa bir duraksamadan sonra muhasebeci;
-İş akdin bu saat itibarıyla sona erdi, kıdem ve ihbar tazminatın burada, ibranameyi imzalayıp çıkabilirsin. Çalışmaların için teşekkür ederiz.
Sekreterin gözlerinden gayri ihtiyari iki damla yaş geldi. Yaptığı hatanın veya ihmalin bu kadar ağır cezalandırılmasını beklemiyordu. İçini çekerek durumunu arz etmek istediğini söyledi. Çaresizce; sonuçsuzda olsa dinledim.
-Babam yok, vefat edeli epey oldu. Bir yerden gelirimiz yok. Annem de yatalak hasta. Evin geçimini ben sağlıyorum, bir iş bulmadan çıkmam beni sıkıntıya sokar. Bir şey yapamaz mısınız? Hasta annem tedavi görüyor ve sigortam kesilirse altından kalkamam.
Yapamazdık, ne ben bir şey yapabilirdim ne de müdür. Oysa müdür işverenin amcasıydı ve babası da işyerinin ortaklarındandı. Ama o da bir şey yapamazdı. Çünkü işverene durumu arz etmek mümkün değildi. Gerek ailevi saygı ve hürmet, gerek emir demiri keser düsturu elimizi kolumuzu bağlıyordu.
Bu sıkıntılı durumu müdüre söyledim ama yapacak bir şeyin olmadığını ancak isterse yeni bir iş bulana kadar sigortasını ödemeye devam edebileceğini söyledi. Az da olsa sekreter rahatlamıştı. En azından annesinin tedavisinde aksama olmayacaktı.
Birkaç eşyasını alarak işyerinden ayrılan sekreter kimseyle vedalaşıp, helalleşmedi. Zira daha zor bir sınav için güç topluyordu, enerjisini boşa sarf etmek istemedi.
Davranışın Hatalı Olması O Kimseyi Kötü Yapmaz
İşverenin bu yanlış davranışını tasvip etmediğimiz gibi hatalı olduğunu öncelikle beyan edelim. Ama şunu da belirtelim ki işverenin davranışı hatalı olsa da bu onu kötü insan yapmaz. Zira onun gibi akrabalarına ve işçilerine cömert davranan çok az kimse vardır. Hatta okul yaptıracak kadar kesenin ağzını açacak kadar eli açıktır.
Sadece bu mu? Elbette değil, borcu olup karşılıksız para verdiği birçok kimse de vardı. İşçilerinden ev satın alanlara ciddi şekilde destek olurdu. Ayrıca evlenene de dişe dokunur yardım yapardı. Bunun yanında her sene üniversiteye giden belli sayıdaki öğrenciye de yıllardır burs verirdi.
İnsanı anlamak, yargılamak ve yorumlamak bizim haddimiz değil. İnsan sarrafı bu karışık davranışı tahlil edip, yorumlayabilir. Biz ise sadece susup bakarız. Doğrusu da budur. Zira bir kimsenin bir yanlış davranışı olsa da buna karşılık birçok doğru davranışı varsa. Ayrıca insanlara sürekli yardım yapıyorsa, sanırım susmak en iyisidir.