Yağmurun Altında Hüzne Tanık Oldum
Sonbahar ayının başıydı. Günlerden Pazardı ve güne yağmurun altında başlamak istedim. Tatil günüydü ve ortalık oldukça sakindi. Günün tadını çıkarmak için mahallede gezintiye çıktım. Her ne kadar güneş doğalı epey olsa da hava kasvetliydi ve ortalık alaca karanlıktı. Kısa zaman sonra çiseleyen yağmur karanlığın sebebini açıklıyordu.
Ortalıkta tek tük işe giden kimseler vardı. Bunun dışında dinginlik ortalığa hâkimdi. Oysa sair günlerde çocuk ve arabaların çıkardığı seste huzur bulmamız mümkün değildir. Hafiften yağan yağmur insanı rahatsız etmiyordu. Aksine insanın içine tatlı bir huzur veriyordu. Bir süre sakince sokakta yürüdüm: ancak sokağın köşesinden döneceğim zaman gördüğüm manzara karşısında durakladım. İki katlı evin bahçe duvarının dışında ayakta dikilen; beş altı yaşlarındaki kız çocuğu dikkatimi çekti.
Küçük kız elindeki boyu kadar sopasıyla yere bir şeyler çiziyordu. Aynı zamanda kısık sesiyle bir şeyler de mırıldanıp duruyordu. Yanında ebeveyni veya kardeşi de yoktu. Sabahın bu saatinde hafiften çiseleyen yağmurun altında, çocuğun tek başına sokakta oynaması da pek normal değildir.
Yağmurun Altında Tek Başına Durmak
Küçük kızın durduğu evin önünden geçiyordum. Kaldırımdaki çocuk kısık sesle eve doğru dönüp seslenmeye başladı.
-Anne eve geleyim mi?
Evin bahçesindeki incir ağacı bakımsızlıktan iyice serpilmiştir. Geniş bir alan kaplayan incir ağacı oldukça bakımsızdı. Bahçenin içinde dal budak salmış küçük bir ormanı andırıyordu. Evin perdeleri açık olduğu gibi evin camları da açıktı. İçerisi pek görülmese de gölgenin hareket ettiğini seziliyorduk. Açık pencereye yanaşan kızın annesi tereddüt etmeden:
-Hayır, biraz daha oyalan, eve gelme!
Diyerek sakin sesiyle kızına cevap verdi. Küçük kız annesine karşılık vermedi. Kafasını önüne eğerek, elindeki sopayı gelişi güzel hareket ettirmeye devam etti. Hafiften bir şeyler mırıldanan kızın ne dediği anlaşılmıyordu. Eve girmek ümidiyle, eve iyice yanaşmasına rağmen, talebi onay görmeyince sağa sola bakınmaya başladı. Elindeki sopayı bırakmadan sokağın başına doğru yöneldi. Hafiften yağan yağmurun altında elindeki sopayı sürükleyerek bir şeyler mırıldanmaya devam etti.
Bazen Elimizden Gelen Sadece Üzülmektir
Biraz üzülerek oradan geçip gittim. Zira temiz bir sonbahar günü sabahın erken saatinde yürümek gibisi yoktur. Yorulana kadar yürüdüm. Caddenin ortasından, tramvayın yolundan yürüdüm. Ne kornaya basan vardı, ne de sinirli şekilde aracının camından kafayı çıkarıp bağıran. Kırk dakika kadar yürüdüm. Yavaş yavaş insan ve araçların artması bu eğlencemi sona erdirdi. Gayri ihtiyarı yavaş yavaş, nefes alarak yürüdüğüm yolları terk etme zamanının geldiğini anladım. Hızlı şekilde eve doğru yöneldim.
Kırk dakikalık yolu on dakikada tamamladım. Ancak içime de hüzün çökmedi değil. Buradan ayrılırken kapının önünde oyalanan kız çocuğu hâlâ bahçe duvarının önündeydi. Hafiften de olsa yağan yağmur küçük kızı oldukça ıslatmıştı. Evin pencereleri ve perdeleri hâlâ açıktı, ancak içeride kimse görünmüyordu. O evin önünden her geçişimde yağmurun altında annesinin:
-Hadi artık eve gel!
Demesini bekleyen küçük kız hatırıma geliyor ve hüzünleniyorum.