Sevgi Arayan Çocuk
Çocuğa can veren, yaşama sevinci veren sizce de sevgi değil midir? Pazar günü olmasına rağmen erkenden sokağa çıktım. Zira hafta içinde İstanbul’un hengâmesinden sokakta rahat yürümek neredeyse imkânsızdır. İstanbul metropol kent olmasına rağmen hâlâ varoş sokaklarından kurtulamadı. Bu zamanda bile çarpık kentleşme hızını kesmeden devam ediyor. Ve Dur! diyen yok. Yüksek katlı binaların yanında döküntü evler veya küçük atölyeler pek de uyumlu durmuyor.
Sabahın Serinliği İnsana Huzur Veriyor
Mevsimin yaz olmasına rağmen hâlâ serinlik vardı. Bu serinlikten istifade ederek biraz uzaktaki fırına doğru yürüyorum. Hafiften esen meltem rüzgârı yürüyüşü daha da zevkli hale getiriyordu. Tatlı tatlı denizden karaya esen rüzgâr; içimize de huzur veriyordu. Boş bakışlarla etrafı süzerken, sessizliğin sesinde huzur buluyordum. Adımlarım iyice yavaşladı. Bütün vücudum bu sakinliği yaşamak istercesine hareketsizleşti. Bedenim gibi düşüncelerim de donuklaşmış, özlemini duyduğum o sakinliği yaşıyordum.
Yaşlılar için sessizlik ne kadar bunaltıcı ve acı verici olsa da gençler için öyle değildir. Koşturma ve tırmalamalar bir zaman sonra ıstırap veriyordu. Oysa bu sessizlik ve esen ılık rüzgâr öyle değil.
Şehir Hayatında Huzur Kısa Sürer
Boş gözlerle etrafı süzerken beş altı yaşlarındaki kız çocuğu dikkatimi çekti. Yere bakarak bir şeyler arıyordu. Kız çocuğu baktığı noktaya odaklanıyor. Sonra eğiliyor ve yerden bir şey alıyor ve tekrar doğruluyor. Çocuk; çok uzakta olmadığı için hareketleri rahat şekilde seçiliyor. Ancak boş kaldırım üzerinde ne bir taş ne de bir çiçek vardı. Ama küçük kız bir iki adım atıyor, yere eğiliyor bir şeyler topluyor gibiydi. Kendince oyun yapıyor düşüncesiyle olayı tebessümle geçiştirdim. Zira aklı başında bir kimsenin yapacağı davranış değil. Bu ancak olsa olsa çocukların kurmaca bir oyunu olabilirdi.
Elbette sabahın erken saatinde küçük bir çocuğun sokakta tek başına oynaması veya oyalanması pek de normal değil. Oysa bu çocuk köyde evinin bahçesinde olsaydı, bu hareketleri normal sayılırdı. Zira bahçenin dört bir köşesinde rengârenk çiçekler olurdu. O kız çocuğu da onları toplar, annesine hediye ederdi. Annesi teşekkür eder ve iki tarafta mutlu olurdu. Oysa burası şehirdi ve ne çiçek ne de bir yeşillik vardı.
Bu sakinliğin ortasında ortamın huzurunu ve ahengini bozan bir kadın sesi beni kendime getirdi. Kurduğum hayal dünyasından çıktım. Bir anda kendimi şehrin keşmekeşinde buldum. Kadın, apartmanın birinci katındaydı ve açık balkondan bağırıyordu. Sabahın erken saatinde ve komşularının rahatsız olacağını düşünmeden bağırıyordu. Ahenkli bağırıyordu sanki opera sanatçısıydı. Opera sanatçılarının bağırması kulak tırmalamazdı. Her ne kadar söylediklerini anlamasak da en azından kulak tırmalamazdı. Oysa bu kadının sesi hem kulak tırmalıyor hem de insanı öfkelendiriyordu.
Hitap Şeklimiz Her Zaman Nazik Olmalıdır
Balkondaki kadın; kelimeleri uzatarak kızına sesleniyor. “Ayşeeeee, nerdesiiiiiiiiiiiiiiiiin Allah’ın belası. Sana balkonun altından ayrılma demedim miiiiiiiii? Hayvaaaaan, nerdesiiiiiin. Geri zekaaaaalı, nerdeeeesin?”
Annesinin bu sözlerine karşı; kızı balkonun altından çıkıp yukarı sevgi ile bakarak “Buradayım anne, bir yere gitmedim.” Diyordu. Elbette serenat yapmaya başlayan kadın kolay kolay susacağa benzemiyordu. İnsanın kızı için, evladı için bu sözleri sarf etmesini bırakın, böyle düşünmesi dahi çirkindi.
Az sonra kadın içeri girdi elbette birçok ağır hakaretler ve emirler vererek. Ortalık tekrar sessizleşti. Ancak denizden esen meltem yeli artık serinletmiyordu. Etrafta insan yoktu ama sakinlikte gitmişti. Balkonun altındaki kız çocuğu hâlâ bir şeyler arıyordu, eğilip alıyordu. ;Anladım ki küçük kız bulamadığı “Sevgiyi” arıyordu.